Deprem hayatımızın bir gerçeği haline gelmiş durumda. Ülkemizde ve dünyada sık sık depremler meydana geliyor. Vatandaşların merak ettiği depremin şiddeti, derinliği gibi tüm bilgiler ise Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve İçişleri Bakanlığına bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı(AFAD) tarafından paylaşılıyor.
Her yaşanan büyük depremin ardından ülkemizde depreme karşı mücadelede var olan eksiklikler gündeme gelir. Türkiye deprem kuşağında ve büyük depremlere yol açacak fay hatlarına, gelişen teknolojiye rağmen neden yeterince tedbir almaz sorusu ısrarla sorulur. Antalya ve çevresi Bakanlar Kurulunun 18.04.1996 tarihli kararı ile kabul edilen Türkiye Deprem Bölgeleri Haritasında 1., 2., 3. ve 4. deprem bölgeleri içerisinde yer aldı. Haritada Antalya’nın özellikle il sınırlarının güneybatı kısmında nispeten yüksek olduğunu göstermekte. Haritaya göre Antalya Körfezi batısı sahil ve yakın çevresi 1. derece deprem bölgesinde; Antalya`nın batısındaki diğer yerler ile doğuda Manavgat da dahil İbradı`ya kadar olan yerler 2. derece deprem bölgesinde; İbradı, Akseki, Güzelbağ dahil Gündoğmuş`a kadar olan yerler 3. derece deprem bölgesinde ve bunun doğusunda kalan bölümler yani Gündoğmuş, Alanya ve Gazipaşa ilçelerinin olduğu bölge 4. derece deprem bölgesine girdi.
Yukarıda aktardığım bilgiler benim İnternet yardımıyla topladığım Antalya hakkındaki bazı uzmanların ortaya koyduğu genellemeler ya da ne bileyim tespitlerdir.
Zira benim ülkemde her felaketlerin mutlaka ama mutlaka tellalları bolcana çıkar ya hep., Şükür ki ahkâm kesip, bilgiçlik taslayanlarla pek işimiz olmadı.
Bu nedenledir ki asrın faciasını yaşayan ülkemin bir hayli derin olan üzüntüsünün ardından hayat her ne kadar normale doğru dönmeye yüz tutsa da, ne yazık ki yaşadığımız kent Antalya’da nefes alınmaz olmaya başladı.
Antalya trafiği insanoğlunun sinirlerini resmen tavan yaptırıyor.
Hiçbir kimse ile en küçük şekilde bırakın tartışmayı, karşılıklı görüş alışverişine bile girilemez olunmuş durumda.
Antalya’nın merkez mahalle, cadde ve sokakları özellikle geceleri buldukları yere koydukları mukavva –karton kutuların üzerine serdikleri çullara yatan insan sayıları artmaya başladı.
En işlek geçiş güzergâhlarını mesken tutup, ‘Açım’ yazısını boynuna asıp sözüm ona bazılarına göre duygu sömürüsü yapanlarla dolu. Hemen hemen her kavşakta kağıt mendil, kalem ve çiçek satıcıları konuşlanmış.
Binilen şehir içi otobüslerde Türkçe dışında her türlü dilin konuşulup.,
Özellikle tenha, yani insanların pek rağbet etmediği deniz kenarları, sahillere yakın ara sokak ve mahalle aralarında ve hatta Konyaaltı, karavan ve karavan adı altındaki ticaret hanelerden geçilmez durumda.
Ev kiralarının zaten uçuk olduğu Antalya’da barınmak isteyenler her türlü çareye başvururken benim esas merakım yaklaşan turizm mevsimi nedeniyle dünya kentini bekleyen daha büyük sorunların üstesinden nasıl gelebileceğidir.
Zira Antalya Mayıs ayından itibaren en az Ekim sonuna kadar yıllardır hep doğal pansiyon olmuştur, bundan sonra çok daha fazlasıyla karşılaşılacağı kaçınılmazdır.
Misal eğer ki zaten erken gelmesinin bolcana konuşulduğu hava sıcaklıklarının bir iki derece daha artmasıyla bana göre özellikle Konyaaltı sahili ve Lara bölgesinde gelişi güzel çadır kuranlarla dolarsa kimse şaşırmasın. Çünkü insanlar yaşamak zorunda ama ne ev kiralarına yetişebiliyorlar ne de yaşam şartlarına.
Antalya parklarının artık insanların barınma yerleri olacağı da bir gerçektir. O doğal pansiyonlar için kimin-ki en yetkili makamlar dahil hiçbir yaptırımda bulanacağına kimse inanmıyor.
Parklarda boş banklar olur mu ki? Bana göre bırakın bankları o parkın çim alanlarını görebilecek miyiz ki?
Geleceği görmek Allaha mahsus da, Antalya’nın içerisinde bulunduğu durum ne yazık ki hiç de içler acısı gibi gözükmüyor.
Tabi ki felaket tellallarının seviyelerine inmek gibi bir niyetim yok da, görünen köy de kılavuz istemiyor.