Dün bir dost ortamında kendi aramızda beyin jimnastiği yapıyoruz. Biri çıktı dedi ki, “Abi her gün yazacak konuyu nereden bulup yaratıyorsun emin ol hep merak etmişimdir.”
Dedikten sonra da benim cevabımı beklemeye geçti ki, yüzüme baka kaldı.
“Öyle boş boş yüzüme bakma” diye söze başlayıp, “Var mı öyle bedavadan gazetecilik mesleğini öğrenmeye kalkmak” diye de devam ettim.
“Arkadaşlar. Gazeteciliğin ana kriteri bir kere memleket sevdalısı olacaksın” lügatıyla bir başladım sözlerime ki, herkes bana pür dikkat olmuş.
14 Mayıs’taki seçimlerde milletvekili adayı olanlar misali, sanki mahalle toplantısında millete bilgiçlik taslayan siyasetçi gibi hissetmeye başlamadım değil hani.,
“Şaka bir yana” diye parantez açıp, “Size bu konuda küçük bir örnek vermem gerekiyorsa en güzel örneklerim 2009-2014 yılları arasındaki 5 yıllık süreçtir. O dönemde Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın idi. Koskoca dünya kenti Antalya’da belediye çalışması adı altında yaprak kımıldamıyor, yapılacak bir tane haber ile karşılaşılmıyordu. Ben naptım biliyor musunuz? Belediye’nin her yerine muhabir saldım. En küçük konuşmayı, iddiaları ne bileyim dedikoduları bile didik didik ettirdim. Altından Düden Park rüşvet skandalı çıktı. Meclis üyesinin istifası bomba gibi patladı. Hareketin olmadığı yerde bereket mi olur? 5 yıllık Antalya bereketsizliğini birilerin yüzüne vurmaktan geri durmadım yağdı da yağdı yeni yeni köşe konuları. Ortalık malzemeden geçilmez haller aldı. Ne demek istediğimi anlaya bildiniz mi” diye noktayı koyduğumda hepsi, “Anladık, anladık” dercesine kafalarını sallıyorlardı.
Yaşadığın kenti sevmez, ona sahip çıkma gereği duymazsan, bırak gazeteci olmayı feriştah olsan ne yazar ki?
Malzemesiz, yani sermayesiz kalır, kara kara ne yazacağım diye düşünürsün.
Eskiden İstanbul için, “Taşı toprağı altın” benzetmesi yapılırdı şimdi Antalya’nın her şeyi pırlanta arkadaş her şeyi.
Dünya’nın dört bir yanından ipini koparan da Antalya’ya geliyor, pasaportunu yanına alan da.
İpini koparanlar iş merkezlerinin mahzenlerinde, giriş katlarının kuytu yerlerine mukavva kâğıtlarını kendilerine yatak odası yaparak geceleme yapıyorlar.
Pasaportuyla gelenler dünya güzeli sahillerimizin bir o kadar da seçkin otellerimizdeki nimetlerinden yararlanıyorlar. Her iki kesim için kullanılan ortak cümle, “Yaşam her halükarda devam ediyor.”
Edecek de.
“Havalar ısınınca Antalya’nın her yeri doğal pansiyon haline dönüşür” derim hep. Bu sözümün ardında da dağ gibi dururum.
Antalya da tüm dünya şehirleri gibi zamanında pandemiden nasibini fazlasıyla alan şehirlerin başında geliyor değil mi?
Peki o kötü günleri hangi belediye başkanımız fırsata çevirme gereği duydu?
Bence hiç birisi.
Yok mu onların her ay adam gibi fikir yürütmelerinin karşılığında maaş alan danışmanları?
Var, hem de ganimetle.
Yürütüyorlar mı?
Neyi yürüttüklerini bilememde fikir, düşünce, yeni projeler konusunda adamlar üretme fakiri hepsi.
Peki, aldıkları neyin maaşı?
Orasını karıştırmayalım da, ben küçük bir kaşımada bulunacağım.
Pandemi dönemini fırsata çevirmekten bahsettik geçtik.
Geçmeyelim.
O günlerde sokağa çıkma yasakları da vardı. Çıkmadık da. Sokaklar bomboştu. Bugün Antalya yeni bir yaz sezonuna girme hazırlı içerisinde öyle değil mi? Şehrin en eski ve önemli mahallelerinden Üçgen’e bir gidin. Olmadı, Tahılpazarı’ndan şöyle bir geçin. Bakın fazla uzağa gitmenizi istemiyorum. Ara yollar bozuk. Kaldırımlar yok. Bayanlar her gün ayakkabı topuklarını kırıyor, oradan geçen araçların rotları titremeye başlıyor. Napıyor Antalya’nın koca belediye başkanı ile semtten sorumlu diğer belediye başkanları?
Seneye yapılacak yerel seçimler öncesi dostlar alışverişte görür nasılsa onları.
İşte gazeteciliğin başladığı nokta tam burası.
Nokta…
Bugün karar verdim köşe yazılarımda ara ara 10 puanlık soru yöneltmeye.
Hakikaten ya.,
Antalya’nın bozuk, kış nedeniyle asfaltların çukura dönüştüğü-ki (özellikle Şarampol ve Üçgen Mah.) cadde ve sokakları var. Bu sokağa çıkmama uygulamasında yerli yersiz tonlarca asfalt ürettiklerini söyleyenler için o sorunu gidermek adına iyi bir fırsat değil mi?
Hiç mi danışmanınız yok da bunu düşünemiyorsunuz?